Skip links

Kahvenin Kalbine Yolculuk Üzerine Röportajımız

Kahvenin Kalbine Yolculuk Üzerine Röportajımız. Bizlerle bu röportajı gerçekleştirdikleri için Horeca Trend ailesine teşekkür ederiz. Röportajımızı aşağıdan okuyabilirsiniz.

Kahvenin Kalbine Yolculuk: “Gök Mavi, Yaprak Yeşil, Kahve İse Hep Kırmızı Kalacak”

Malkins Coffee Kurucu Ortağı Özgür Kızıl, kahvenin topraktan fincana uzanan etkileyici hikâyesini ve yönetmenliğini üstlendiği “Kahvenin Kalbine Yolculuk” belgeselini HORECA TREND’e anlattı. Rwanda’daki kahve üreticilerinin yaşam mücadelesine ışık tutan belgesel, izleyiciye yalnızca bir içeceğin değil, bir toplumun hikayesini çarpıcı bir şekilde sunuyor. 

Yazar: Elif Akın Yüksel

“Kahvenin Kalbine Yolculuk” nasıl başladı? Bize belgeselin hikayesini anlatır mısınız?    

Yıllar boyunca farklı coğrafyalarda kahve üreticileriyle tanıştım, çiftlikleri gezdim, üretim süreçlerini gözlemledim ve her bir fincan kahvenin arkasındaki emeği yakından görme fırsatı buldum. Bu deneyimler, kahveye sadece bir içecek olarak değil, bir kültür, bir emek ve bir hikâye olarak bakmamı sağladı. Belgeseli yapma fikri, bu hikâyeleri daha geniş kitlelere ulaştırma arzusuyla ortaya çıktı. İzleyicilere, bir fincan kahvenin topraktan fincana uzanan yolculuğunu, bu sürecin içindeki insanları ve onların emeklerini göstermek istedik. Aynı zamanda kahvenin sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir değer taşıdığını da anlatmak istedik. Belgeselin her anı, bu tutkuyu ve saygıyı yansıtmak için titizlikle hazırlandı. 

Belgeselin yapım sürecinde hem kamera arkasında hem de önünde yer aldım. Bu sayede hikâyeyi kendi gözümden, kendi bakış açımdan anlatma şansım oldu. Rwanda’yı tercih etmemin nedeni sadece kaliteli kahve üretimi değil, aynı zamanda ülkenin geçmişinde yaşadığı büyük travma ve bu travmadan sonra ayağa kalkmaya çalışan insanların hikâyesiydi. 

1994 yılında yaşanan iç savaş ve soykırımın ardından, milyonlarca insan hayatını kaybetti. Geriye kalanların büyük çoğunluğunu ise kadınlar oluşturuyordu. Bu kadınlar hem ailelerini ayakta tutmak hem de ülkelerini yeniden inşa etmek zorundaydılar. Kahve, onlar için sadece bir geçim kaynağı değil; dayanışmanın, iyileşmenin ve hayata tutunmanın bir aracıydı. Belgeselde bu kadınların hikâyelerine odaklandım. Kahve tarlalarındaki emeklerini, kurdukları kooperatifleri, birlikte nasıl bir üretim gücü haline geldiklerini belgeledim. Kamera arkasında da önünde de yer aldım çünkü bu hikâyeye birebir tanıklık etmek ve anlatmak benim için çok kişisel bir deneyimdi.

Rwanda’daki kahve çiftliklerinde, belgesel çekimleri sırasında sizi en çok etkileyen an veya hikâye neydi?

Rwanda’da beni en çok etkileyen hikâye, Mukobandore Venancia adında bir kadınla tanışmamla başladı. Venancia, geçmişte büyük yoksulluklar içinde yaşamış, ailesini zar zor geçindiren bir kadındı. Ancak zamanla yalnız olmadığını fark etmiş ve çevresindeki kadınlarla birlikte bir değişim başlatmış. Onun öncülüğünde tam 170 kadın bir araya gelerek bir kahve kooperatifi kurmuşlar. Bu kadınların çoğu, savaş sonrası hayata yeniden tutunmaya çalışan, hiçbir geliri olmayan kişilerdi. Kooperatif sayesinde artık sadece kendi geçimlerini sağlamakla kalmıyorlar; çocuklarını okula gönderebiliyor, evlerini onarabiliyor ve topluma umut veren örnekler hâline geliyorlar.

Venancia bana şöyle demişti: “Biz eskiden sadece hayatta kalmaya çalışıyorduk, şimdi birlikte yaşam kuruyoruz.” 

Onların kahve tarlasında el ele çalışmasını izlemek, aralarındaki dayanışmayı görmek beni derinden etkiledi. Kamera arkasında gözlerimin dolduğu çok an oldu. Çünkü bu sadece kahveyle ilgili bir hikâye değil, kadınların hayata karşı yeniden ayağa kalkma, birlikte güçlenme hikâyesiydi. Belgeselin en güçlü mesajlarından biri de işte bu: Birlik olduğumuzda, en zor topraklarda bile filizlenebiliriz.

Kahve üretiminde kadın ve çocukların rolü üzerine gözlemleriniz neler?

Kahve tarlalarında çalışan kadınların yaşadığı zorluklar çok derin. Kadınlar, kahve üretiminin temel emek gücü olsa da aldıkları maaşlar çok düşük. Bu da onların, çocuklarını okula gönderebilmesi ve daha iyi bir yaşam kurabilmesi için büyük bir engel teşkil ediyor. 

Çoğu zaman, gelirleri sadece günlük ihtiyaçları karşılamaya yetiyor ve bu yüzden çocuklar, ailelerinin geçimini sağlamak için kahve tarlalarında çalışıyorlar. Bu da onların eğitim alma fırsatlarını sınırlıyor. Ancak bu durum karşısında bir çözüm geliştirmeye çalıştık. Kahve bahçelerine yakın birkaç okulun eğitimine destek verdik. Bu okullara yapılan katkılar, çocukların eğitimine devam edebilmesi için bir umut ışığı oldu. Eğitim, uzun vadede bu çocukların hayatlarını değiştirecek en önemli araç. Onlar, ancak iyi bir eğitimle hayatlarını dönüştürebilir ve gelecekte kendi topluluklarına katkı sağlayabilirler.

Sürdürülebilirlik ve kahvenin etik ticareti konularında neler söylemek istersiniz?

Kahve, dünya çapında milyonlarca insanın geçim kaynağı olsa da kahve üretiminde pek çok sorun da bulunuyor. Bu sorunların başında, çiftçilerin düşük gelirleri, çevresel etkiler ve toplumda eşitsizlik yer alıyor. Bu nedenle, kahve üretiminin sürdürülebilir olması sadece çevreye değil, aynı zamanda bu işin emekçilerinin yaşam standartlarına da bağlı.

Sürdürülebilirlik, hem çevresel hem de toplumsal sürdürülebilirlik anlamına geliyor. Kahve üreticilerinin doğal kaynakları koruyarak üretim yapması, toprak verimliliğini artırması ve çevreye zarar vermemesi gerekiyor.

Benim inandığım bir diğer önemli konu da, kahve severlerin bu etik ticaret ve sürdürülebilirlik anlayışına duyarlı olması. Sonuçta, biz tüketiciler de kahve alırken sadece tadına değil, üretiminin nasıl yapıldığına, kimin emeğiyle üretildiğine de dikkat etmeliyiz. Eğer bu konuda farkındalık oluşturabilirsek, tüm sektörün daha adil ve sürdürülebilir bir hale gelmesi mümkün olacaktır.

Belgeselde söylem ve görsel açıdan çok güçlü bir anlatım var. “Gök mavi, yaprak yeşil, kahve ise hep kırmızı kalacak” cümlesi etkileyiciydi. Bu cümle, sizin için ne ifade ediyor?

Bence bu cümle, belgeselin en çarpıcı anlamını ortaya koyuyor: Zorluklar ne olursa olsun, yaşam mücadelesi ve umut hep devam eder. 

Kahve emekçilerinin yaşama sevinci, bu zorluklar karşısında pes etmeyişleri, onların dünyaya sunduğu en değerli armağan. Kahve sadece bir içecek değil, onların hayatta kalma gücünün, direncinin ve umutlarının bir yansımasını ifade ediyor

Kahveyi çoğumuz evimizde, bir cafede veya ofisimizde; o aşamaya kadar geçen yolculuğunun çok da farkında olmadan tüketiyoruz. Bu belgesel şehirli izleyiciye ne anlatmak istiyor?

Kahve, dünyanın dört bir yanındaki kahve emekçileri tarafından yetiştirilen, işlenen ve nihayetinde bize ulaşan bir ürün, ancak çoğumuz bu sürecin nelerden geçtiğini pek düşünmüyoruz. Şehirde bir kahve fincanı içtiğimizde, tarladaki üretim sürecinden, kahve tarlasındaki zorluklardan ve bu emeğin arkasındaki insanlardan haberimiz olmuyor. Bu belgesel, tam da bu boşluğu doldurmak istiyor.

Özellikle kahvenin üretim sürecini izleyiciye göstererek, bu ürünün ardındaki emeği, mücadeleyi ve toplumsal sorumluluğu gözler önüne seriyor. Kadınlar ve çocuklar, kahve tarlalarında ağır koşullar altında çalışarak, geçimlerini sağlıyorlar. Ancak aldıkları düşük ücretler ve karşılaştıkları zorluklar, çoğu zaman bu üretim sürecinin ne kadar adaletsiz olduğunu gözler önüne seriyor.

Belgeselinizin izleyiciler üzerinde nasıl bir etki yaratmasını umuyorsunuz?

Bu belgeselin izleyiciler üzerinde yaratmasını umduğum etki, hem duygusal hem de bilinçlendirici olmalı. Kahve, dünya çapında milyonlarca insanın hayatında önemli bir yer tutan bir içecek olmasına rağmen, üretim süreci ve ardındaki emek çoğu zaman göz ardı ediliyor. 

Bu belgesel, izleyicilerin kahveye sadece bir içecek olarak bakmalarını değil, onun arkasındaki hikâyeleri ve insanları anlamalarını sağlamayı hedefliyor.

Gelecekte benzer projeler veya belgeseller yapmayı planlıyor musunuz?

Evet, kesinlikle! Bu belgesel, benim için sadece bir başlangıç. Toplumsal sorunları ve çevresel etkileri konu alan projeler yapmak, insanların yaşamları üzerine daha fazla farkındalık yaratmayı hedefliyorum. Kahve üreticilerinin yaşadığı zorlukları, küçük çiftçilerin hikayelerini ve benzeri emek talepleriyle ilgili belgeseller, toplumların gözünde genellikle görünmeyen bu kesimleri daha görünür kılmayı amaçlıyorum. Ayrıca, bu tür belgesellerin, izleyicileri düşünmeye ve dünyaya daha geniş bir perspektiften bakmaya teşvik etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Belgesel aracılığıyla, izleyicilere sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda onları eyleme geçirecek bir farkındalık yaratmak da çok önemli. Bu belgesel gibi, gelecekte de dünyayı daha adil bir yer haline getirecek küçük ama önemli değişimlere ışık tutan projeler yapmayı umuyorum.

Kahveye gönül vermiş biri olarak, kahve konusuna odaklanan ve bu alanda kendini geliştirmek isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Sonuçta, kahveye gönül veren ve bu alanda kendini geliştirmek isteyen birinin yapması gereken, sadece teknik bilgiyle sınırlı kalmamaktır. Kahve, bir düşünce biçimi olmalı; her fincanda insanın kendini keşfettiği bir yolculuk, bir bağ kurma aracı olmalıdır. Kahvesever hem içsel bir tutkuyu hem de toplumsal bir sorumluluğu taşır. Bu yolculuk, seni sadece bir uzman değil, bir toplumsal lider haline getirebilir. 

Kahve, her fincanda sadece tatları değil, aynı zamanda bir kültürün, bir topluluğun, bir coğrafyanın ruhunu barındırır. Kahveye olan ilgi, bir içecek alışkanlığından çok, bir yaşam biçimi haline gelir. Ve bu yaşam biçimi, her fincanda insanın kendisini, başkalarını ve doğayı nasıl daha derinlemesine anlayabileceğini gösterir. 

Ayrıca bir kahvesever için, kahvenin yetiştirildiği topraklarda bulunmak, o yerel halkla etkileşime geçmek ve kahvenin üretim sürecini doğrudan gözlemlemek, sadece bir öğrenme fırsatı değil, aynı zamanda derin bir dönüşüm sağlar. Kahvenin kökenlerini, çiftçilerin yaşadığı zorlukları, toprakla olan ilişkisini yerinde görmek, bir kahvesever için en büyük tecrübedir.

Kaynak: HORECA TREND 

Yorum Yap

Bu web sitesi, web deneyiminizi geliştirmek için çerezler kullanmaktadır.